Akdoğan: “Ulusumuz kazandığı zaferin büyüklüğünün bilincindedir”
Atatürkçü Düşünce Derneği Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı “Ulusumuz kazandığı zaferin büyüklüğünün bilincindedir. Bu nedenle bağımsızlığını büyük bir titizlik ve özveriyle sonsuza kadar korumaya kararlıdır” ifadeleriyle kutladı. BURSA (İGFA) – Bursa’da 30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Bursa Şubesi, Birleşik Kamu -İş, Çağdaş Eğitim Kooperatifi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Eğitim- İş, Memleket Sevdalıları Derneği, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği,29 Ekim Kadınları Derneği Demokratik Kitle Örgütleri ve Sendikaları Atatürk Anıtında anma ve çelenk sunma töreni gerçekleştirdi.
Atatürkçü Düşünce Derneği Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan yapılan ortak açıklamaya “Geçmişi binlerce yıla uzanan Türk ulusunun en büyük zaferi, 30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebesi Zaferinin 102. yılına ulaştık. Bütün ulusumuza kutlu olsun.Bize bu toprakları vatan yapan Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman silah arkadaşlarını bu topraklar için can veren şehitlerimizi sevgi, saygı ve minnetle anıyoruz” ifadeleri ile başladı.
Gürhan Akdoğan dönemin zorlu şartlarını “26 Ağustos 1922 sabahı başlayan Büyük Taarruz sadece 5 günde kesin zafere ulaşmış, İngiliz Genel Kurmayının “Türkler 6 ayda geçebilirlerse büyük başarı olur” dediği Yunan tahkimatı 6 saatte darmadağın edilmiş, 4 yıl önce 13 Kasım 1918’de, elinde hiçbir yetki ve olanak yokken Kartal Çatanası ile İstanbul’u işgal etmiş İtilaf Devletleri zırhlıları arasından Boğazı geçerken yaverine inanılmaz bir kararlılık ve güvenle “Geldikleri gibi giderler” diyen Mustafa Kemal Paşa sözünü tutmuş, bozguna uğrayan emperyalizm maşası Yunan Ordusu 31 Ağustos’ta Uşak üzerinden İzmir’e doğru kaçmaya başlamıştı.” ifadleriyle özetleyerek, 1 Eylül sabahı Başkomutan’ın “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini alan Mehmetçik, dağ bayır 400 kilometre yolu insanüstü bir hızla 9 günde katederek işgalcileri 3 yıl önce gururla çıktıkları İzmir’de denize dökmüştü” dedi. Türk ulusunun 100 yıl önce Başkomutanları Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde girdiği ölüm kalım savaşında omzuna bir daha hiç düşmeyecek bağımsızlık yıldızını taktığını söyleyen Başkan Akdoğan konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Ulusumuz kazandığı zaferin büyüklüğünün bilincindedir. Bu nedenle bağımsızlığını büyük bir titizlik ve özveriyle sonsuza kadar korumaya kararlıdır. Kocatepe’de 26 Ağustos 1922 sabahı başlayan kutsal savaştan tam 851 yıl önce de Malazgirt ovasında bir başka büyük savaş vardı. Bazıları, aynı güne rast gelen bu iki savaşı vuruşturup Kocatepe’de başlayan kutsal savaşı gölgelemeye çabalıyor. “Keşke Yunan kazansaydı” diyenler 15 Mayıs 1919 günü İzmir’de başlayan işgalin bizi bin yıl geriye, Asya steplerine sürmek üzere başladığının farkında olmadıkları gibi Türk ulusunun bilincini zehirliyorlar. 26 Ağustos 1922 günü başlayan Kutsal Savaş, bin yıl geriye gitmeye karşı bir direnme savaşı olduğu kadar, ulusça bin yıl ileriye gitme savaşının ta kendisiydi. 9 Eylül 1922 günü İzmir rıhtımına ulaşıldıktan 5 ay sonra, 17 Şubat 1923 günü açılan İzmir İktisat Kongresinde zaferin gerçek hedefini açıklayan Başkumandan Mustafa Kemal Paşa şöyle diyecekti: “Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılacak başarılar yaşayamaz ve sürekli olamaz”. Bu çarpıcı sözler, her fırsatta hedef gösterdiği “Çağdaş uygarlık seviyesinin ötesini” ve buna engel olmak isteyecek emperyalizmi işaret ediyordu.
Mustafa Kemal Atatürk asla zafer sarhoşu olmadığı gibi, bizi bekleyen tehlikeleri Gençliğe Hitabe’de üzerine basarak vurguladı. Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’de işaret ettiği tehlikeler aramızdan ayrılışından kısa süre sonra karşımıza çıkmaya başladı. Türk ulusu bir yandan büyük ve kutlu zaferleri kutlarken diğer taraftan da kurtarıcısının işaret ettiği ve gerçeğe dönüşen tehlikelerle de boğuşmaya devam ediyor. Ancak tehlikenin boyutu ne olursa olsun Türk ulusu bu güçlükleri yenecek, “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye” hedefini asla terk etmeyecek, bu hedefe ulaşacaktır.
O büyük Kuvayı Milliye destanını yazanlar 3 yıl 3 aydır inandıkları zafere ulaşmak için dakikaları sayarken tersini bekleyenler de vardı tabii, hem de pek çok… Karlofçadan beri 223 yıl gerileyen Türk Ordusu’nun kazanmasının olanaksız olduğunu söyleyenler de vardı, Başkomutanı maceracı, yaptığı taarruz planını aşırı riskli bulanlar da. İstanbul’da, Ankara’da, hatta kurduğu mecliste yenilgi haberini hevesle bekleyen muhalifler de vardı, “Keşke Yunan kazansa” diye duaya çökmüş alçaklar da. Mütareke Basını’nın “Asıl kafası ezilecek eşkıya Ankara’daki Kemalistlerdir” diyen şeref yoksunu vatansızları da vardı, Teali-i İslam, İngiliz Muhipleri gibi işbirlikçi cemiyetlerde örgütlenmiş halkın kutsal din duygularını kullanarak emperyalist işgale direnişini kırmak için canhıraş çalışan şeriatçı yobazlar, hainler de… Nazım’ın “ Ateşi ve ihaneti gördük…” dediği günlerdi…
Ama Mustafa Kemal’in Ulusuna güveni tamdı. Bandırma Vapuru’na adımını attığından beri zafere ulaşacağından zerre kuşkusu yoktu.
Akşehir üstünden Afyon’a doğru” giden dünyanın ilk ve tek kağnı taburlarını yöneten yiğit Anadolu kadınlarının, Ilgaz dağlarında donarak şehit düşen Şerife Bacıların, Demirci Akıncıları’ndan Gördesli Makbulelerin, Kara Fatmaların, Çete Emir Ayşe Efelerin, Çiğiltepe’yi söz verdiği saatte ele geçirememeyi gururuna yediremediği için yaşamına son veren Albay Reşat Çiğiltepelerin, sıtma krizi geçirirken Yunan hatlarının gerisine sarkan Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Altayların, ölüme gülerek giden binlerce neferin, kadını, erkeği ve çocuğuyla topyekûn bir halkın özgür bir ulus olma azminin ete kemiğe büründüğü andır 102 yıl öncenin o puslu Ağustos sabahı.
Bu anın değerini anlamak için; Düzenli Ordunun hangi güçlükler aşılarak kurulduğunu, 1. ve 2. İnönü Zaferlerinin anlamını bilmek gerekir. Bursa’nın işgali üzerine Büyük Millet Meclisi kürsüsüne örtülen Puşide-i Siyah’ı bilmek gerekir. Kütahya, Eskişehir muharebelerinde Orduyu 100 kilometre geri çekmenin nedenini, emperyalist işbirlikçisi Saray talimatı ve İngiliz altınlarıyla çıkarılan onlarca isyanı bastırmak için cephelerden birlik çekmek zorunda kalmanın yarattığı güçlükleri bilmek gerekir. Kuvayı İnzibatiye alçaklığını, milletin tepesine İngiliz uçaklarından yağdırılan ve “Yunan Ordusu Halife Ordusudur…” diyen Padişah tuğralı zillet mektuplarını, İngilizlerin kurdurduğu Teali-i İslâm Cemiyeti’nin İskilipli Atıf haini imzalı Milli Mücadele düşmanı bildirilerini, Vahdettin’in, Damat Ferit’in, Ali Kemal’in utanmadan Rahip Frew kuyruğunda üye oldukları İngiliz Muhipleri Cemiyeti şerefsizliğini, Mustafa Kemal ve yol arkadaşlarının boyunlarına idam fermanı geçirme alçaklığını bilmek gerekir. Polatlı’dan başlayarak Sakarya Meydan Muharebesi coğrafyasını adım adım dolaşırken dünya savaş literatüründe yeni bir sayfa açan “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk edilemez!” emri kulaklarında çınlayanlardır ancak bu vatanın ekmeğini, suyunu hak edenler. 22 gün 22 gece kıpkırmızı akan Sakarya’yı yüreği pır pır duyumsayan, Dumlupınar şehitliğinde gördüğü 8 yaşındaki şehit 1914 Bozkır doğumlu Ömer oğlu Hüsnü’nün kısacık gömüt kitabesini okurken boğazı düğümlenen, dudakları titreyen, gözleri nemlenenlerdir ancak aziz şehit ve gazilerimizin canları ve kanlarıyla vatan ettikleri bu toprağın ekmeğini, suyunu hak edenler. Unutulmamalıdır !
26 Ağustos 1922; Anadolu Türk’ünün Malazgirt öncesine sürülmeyi reddinin olduğu kadar, çağ atlama ve muasır medeniyet seviyesini aşma azim ve kararının da dünyaya ilanıdır.
Türk Ulusu; Mustafa Kemal Paşa komutasında Büyük Taarruz ile neyi başardığını hiç aklından çıkarmadan bütün emperyal saldırıları defedecek, bütün tuzakları bozacak, işbirlikçilerin bütün ihanetlerini aşacak, Kemalizm pusulasıyla Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne mutlaka ulaşacaktır. 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!